YAŞASIN TAM BAGIMSIZ TURKİYE KAHROLSUN EMPERYALİZM YAŞASIN DEVRİMCİ MUCEDELE TURK SOLU HAKAN TINAZ
  ne amerıka ne rusya tam bagımsız turkıye
 



 

Ne Amerika ne Rusya
Tam bağımsız Türkiye

 

Üç metropolün ortak paydası: Türkiye’ye hakim olmak

Mandacılık

Rusya’nın Gürcistan’a girişi herhalde Rusya’da bile Türkiye’deki kadar umut ve sevinçle karşılanmamıştır! Benzeri bir sevince Amerika Irak’a girerken de yine şahit olmuştuk.

Demek ki tutulan tarafta değil taraf tutanlarımızda bir sorun var, hem de çok ciddi bir sorun.

Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile birlikte dünyanın dengelerinin değiştiği özellikle Amerikancılar tarafından işlenen temel tezdi. Buna göre dünya politik sistemi artık tek kutuplu olacaktı. Tek süper güç ABD’ydi.

Sovyetler’in yıkılması ile birlikte ülkemizde Amerikancılık inanılmaz bir yükseliş yaşadı. Hele aynı döneme denk gelen 12 Eylül’ün etkilerini de düşünürsek bu yükselişi daha iyi kavrarız. Özal’lı yıllarla birlikte Amerikancılık bu ülkenin en güçlü düşüncesi oldu.

Fakat Amerikancılığa karşı farklı bir akım da ortaya çıkmakta gecikmedi: Avrasyacılık. Avrasyacılık değişik bir tanımlamaydı, içine hem Avrupa’yı hem de Asya’yı alıyordu. İki kıtada birden yer alan Türkiye içinse sanki en ideal formülü yansıtıyordu. Gerçi Avrasyacılık dediğimiz akımın da bir lideri vardı ve bu da Rusya’ydı. Ama yine de Rusya Amerika gibi bir emperyalist güç olarak algılanmıyordu.

Tabii bu iki akım arasında bir diğer güçten de bahsetmemiz gerekir: Avrupa Birliği (AB). Ülkemizde Amerikancılıkla Avrasyacılık arasında bir de Avrupacılık ya da AB’cilik akımı da elbette doğmuştur.

Şimdi bu akımlara bakıp da bu akımların farklı yönelimler olduğu düşünülebilir hatta bu akımların birbirinin zıddı olduğu bile sanılabilir. Ama gerçek hiç de öyle değildir. Özünde, Amerikancılık da, Avrupacılık da, Avrasyacılık da aynı şeydir ve tarihsel adı da mandacılıktır. Yani kendi ülkesinin çıkarlarını başka bir büyük gücün çıkarlarına bağlamak.

Tarihimizde mandacı gelenek son derece güçlüdür. Osmanlı’nın son iki yüzyılı İngilizcilerle Fransızcıların, İngilizcilerle Almancıların, Rusçularla İngilizcilerin mücadelesi şeklinde geçmiştir. En son ise Amerikancılık gelmiştir.

Fakat biz bugün, tümüne birden tek bir sıfatı layık görüyoruz: Mandacılık.

Demek ki önemli olan tutulan yanın adı değildir, önemli olan bir ülkenin bir yan tutarken, kendi bağımsızlığını yitirmesidir, yani manda haline gelmesidir.

Harita 1: Metropol Kastın lideri ABD.

Harita 1: Metropol Kastın lideri ABD.
İkinci halka Avrupa. Üçüncü halka Rusya.

Harita 2: Ana çelişki: Kuzey-Güney.

Harita 2: Ana çelişki: Kuzey-Güney.
Kuzey Yarıküre: Sömürgeciler Kastı. Güney Yarıküre: Sömürgeler Kastı

Tek kutup, iki kutup...

Fakat farklı seçeneklermiş gibi sunulan bu siyasi projelerin en büyük tuzağı yarattığı kafa karışıklığıdır. Aslına bakarsanız her üç proje de özünde emperyalisttir ama sanki birbirinin alternatifi gibi durmaktadırlar.

Halbuki tek bir gerçek doğru vardır o da emperyalizmin o veya bu türünün yani iyi ya da kötü emperyalizm olmadığıdır.

Ve buna bağlı olarak da siyasette iki seçenek vardır: Ya emperyalizmin işbirlikçisi olursunuz ya da antiemperyalist.

Tarihi ve stratejiyi eğer emperyalist güçlerin çizdikleri sınırlar içinde yorumlarsanız elbette kafalar karışacaktır. Amerikancılar dünyada artık tek kutupluluk olduğunu söylüyor. Buna karşı Rusya artık tek kutupluluğa izin vermeyeceğini söylüyor.

O halde sorun dünyanın tek kutuplu mu yoksa iki kutuplu mu olacağıdır. Böylesi bir tanımlama içinde insanların iki kutuplu dünyayı istemesi ise son derece normaldir. Nitekim Rusya’nın son güç gösterisi bu nedenle destek bulabilmiştir.

Kast sistemi

Ama tüm bunlar dünyanın gerçeklerini açıklamaz. Tam tersine yaşanan gerçeğin üzerini örter. O gerçekse şudur: Dünya ezen uluslarla ezilen uluslar arasında bölünmüştür. Yani tek kutup, iki kutup, çok kutup palavraları dünyanın ezen kısmı için yapılan bir değerlendirmedir ve ezilen ülkelerin konumunu hiç değiştirmez.

Bizim için yapının kutupları arasındaki ayrım değildir belirleyici olan. Dünya ezen milletlerin metropol, ezilen milletlerinse uydu olduğu bir sistemdir. Türkiye de dahil ezilen ülkeler, bu ezen ülkelerin yani metropolün etrafında yaşamaktadır ve ona bağımlı yaşamaktadır.

Bizler buna dünya kast sistemi diyoruz. Bu kast sistemi içinde ezen ülkeler kendi içlerinde güç farklılığı olmasına rağmen tek bir ortak davranış kalıbına sahiptir: Emperyalist olmak.

Ve yine bunun karşısında ezilen ülkeler de kendi içlerinde tek bir yapı arz eder: Emperyalizm tarafından sömürülmek.

Ama bu sisteme kast sistemi dememizin nedeni daha derindedir. Dünyanın kapitalist sömürgecilikle tanıştığı 16. yüzyıldan 21. yüzyıla kadar, dünyanın merkezi gücü ya Avrupa ya Rusya ya da ABD olmuştur. Ve bu üç güç de bu 500 yıllık tarih boyunca hiç ezilen tarafta yer almamış tır.

Demek ki ezenlerin hep üstte olacağı bir sistemdir bu. Ama tam tersine dünyanın ezilen ülkeleri de, hiçbir zaman sıçrayarak emperyalist güçlerin yanına gelememiştir.

O halde emperyalizmden ezilen olmaya giden yol da kapalıdır, sömürgelikten emperyalist olmaya giden yol da. Bu nedenle, dünyanın mevcut sömürü ilişkilerine dokunmayan her tür çözümün varacağı yer bellidir: Ezilen ülkeler kendi içlerinde yer değiştirseler bile asla bir üst seviyeye çıkamayacaktır.

Dünya Kast Sistemi

Dünya Kast Sistemi: Piramidin alt bölmesinden üst bölmeye geçiş yolu kapalıdır. Üst kast içinde ise geçişler mümkündür.

Kast Sistemi

Uyduluk ya da sömürgecilik sistemi, dünyayı, sömürge milletlerle sömürgeci milletler olarak iki kesin kasta böler. 500 yıllık sömürgeci sistemde, kast değiştiren bir ülke hâlâ yoktur. Değişiklikler, ancak kastlar içinde olmaktadır.

O halde sorun, bulunduğumuz kasttır. Bu kasttan bir üst seviyeye çıkmak, bir seçenek olarak yoktur, çünkü bu iktisaden mümkün değildir. Kasttaki konumdan kurtuluşun tek çaresi, kast sisteminin yıkılmasıdır. O zaman dünyada kendimize konum belirlerken bu kast sistemini yıkmayı temel hedef olarak belirlemeliyiz.

Dünyanın Kuzey küresi kast sisteminin metropol bölgesini, Güney bölümü ise uydu bölümünü oluşturur. ABD, Avrupa ve Rusya, dünyanın metropolleridir. Bu metropoller kendi içlerinde kimi çelişkileri barındırmakla beraber, halkalar şeklinde kast içi dayanışma geliştirirler.

Metropolün merkez halkası ve tüm itici gücü ABD’nin elinde toplanmıştır. Sistem, ABD tarafından döndürülmektedir. Bu en başta ekonomik açıdan böyledir. Bir alt halka Avrupa, daha alt halka ise Rusya’dır.

Bu üç halka arasında kurulan ekonomik bağlar, siyasi bağları da kurar. Bu nedenle NATO, AB, BM, DB, IMF, G8 gibi örgütlenmeler, bu metropol ülkelerin egemenliğini ve kendi aralarındaki bağları kurar.

Rusya’yı desteklemek mi...

Şimdi güncel tartışmaya girebiliriz...

Kimileri bugünlerde Rusya’yı desteklemenin antiemperyalist bir politika olduğunu iddia edebiliyor. Oysa bu açıklama tarzı, birincisi devrimcilere göre bir açıklama tarzı değildir. Çünkü bizler için temel belirleyen emperyalizme karşı tavır almaktır.

Mesela Rusya’yı destekleyenler hemen şu soruya cevap vermelidir: Rusya emperyalist mi değil mi?

Bu sorunun üzerinden atlanarak yapılacak şeyse strateji olmaz. Çünkü bir strateji belirlerken en önemli şey temel verilerinizin doğru olmasıdır.

İkinci soru: Peki Rusya madem emperyalist değil o halde neden başka bir ülkeye askeri müdahale hakkını kendinde görebiliyor?

Kolay bir soru, diyecekler ki ama orası zaten Rus egemenliğinde olan, Rusya’dan koparılan bir bölge, Rusya da hakkını arıyor.

Peki o zaman Rusya’nın Kırım’da, Azerbaycan’da, Türkmenistan’da, Kazakistan’da ne işi var?

Demek ki Rusya’nın niteliği biraz farklıymış!

Peki bugün Avrasyacılık adına Rusya’nın askeri bir müdahalesini savunanlar, yarın Rusya’nın aynı şekilde çeşitli Türk devletlerine müdahalesini de destekleyecekler mi?

Meselenin özü şudur, bugün Amerika Ortadoğu’ya, Avrupa Balkanlar’a ve Afrika’ya, Rusya ise Kafkaslar’a müdahale hakkını kendinde görmektedir.

Peki bu hakkı nereden almaktadırlar? Elbette ki emperyalist dünya anlayışından.

O halde önemli olan bu emperyalist dünya anlayışını yıkmaktadır.

Bunu yıkmak devrimcilerin görevidir. Ama bugün için görüyoruz ki kimi sosyalistler açıktan Avrupacılık ve Amerikancılık yapabilmektedir. Garipliğin diğer yanı ise kimi Atatürkçülerimiz Rusçu olabilmiştir.

Demek ki önemli olan şucu veya bucu olmak değil kendisi olmaktır, adam olmaktır.

Her türlü emperyalist güce karşı çıkacak mıyız çıkmayacak mıyız?

Dostlarımızı ve müttefiklerimizi emperyalistler içinden mi seçeceğiz yoksa ezilen uluslardan mı?

Stratejist lafazanlık

Devrimci görünümlü lafazanlar size bir sürü stratejik gerçeklik sunacaktır bu durumda. Çünkü asıl sorunun üzerinden atlamak zorundadırlar. Tamam bırakalım atlasınlar o zaman biz de onlarla o zeminde hesaplaşalım biraz.

Önce stratejiyi tanrılaştıran ve kendi yaratıcı gücünü de strateji haritasından alan garip bir tiple karşı karşıya olduğumuzu görelim.

Aynı haritayı ABD Başkanı da önüne koyar, Rusya Başkanı da. Ama ikisi için de haritanın bir anlamı vardır. Çünkü o haritanın şu veya bu noktasına sürecek askerleri vardır. Yani kendi güçleri. Kaldı ki bu güçler başka ülkeleri bile kendi askerleri yerine bir yerlare sürebilirler.

Peki bizim stratejik dehamız ne yapar haritada?

Sadece temennide bulunabilir. Der ki Rusya şuraya girsin, sonra şuraya, sonra şuraya...

Ama stratejistimize şunu hatırlatalım, Rusya nereye gireceğine kendisi karar verir!

Yok Rusya’nın ya da Amerika’nın sizin dediklerinizi yapacağını söylüyorsanız, o zaman biz soralım size; ne zamandan beri Amerika’nın ya da Rusya’nın askeri danışmanlığını yapıyorsunuz?

Şimdi bu strateji dehalarımız stratejinin temel kuralını hatırlasınlar. Her stratejinin tek bir omurgası vardır, kimin çıkarını savunuyorsunuz?

Mesela Amerikan stratejisinin esası ABD’nin çıkarlarıdır. Ama o çıkarların gerçekleşmesi için ABD’ye yardımcı olanlar da durumlarını iyileştirebilirler. Tabii Amerika başarılı olduğu sürece. Aynı şey Rus stratejisi için de geçerlidir.

Şimdi işin garibi, mevcut Amerikan ya da Rus stratejilerinden birine dahil olmayı, strateji adına savunanlar var ülkemizde. Amerikan ya da Russanız size bir diyeceğimiz yok elbet ama Türk’üm diyorsanız hele hele devrimciyim diyorsanız iş biraz değişir.

Türk stratejisinin omurgası Türkiye’nin çıkarları olmalıdır. Yani stratejinin merkezi gücü Türkiye olmalıdır. Var mı böyle bir stratejiniz?

Şimdi bizim stratejistimizi bir satranç tahtasının başına götürelim. Bir yanda Amerikan şahı diğer yanda Rus şahı. Peki bizimkinin rolü? En fazla piyonluk. Ama satrançta her iki şah için de ilk feda edilecekler piyonlar olur. Hani mandacılığın da bir sınırı olmalı, madem Rus şahının tarafındasınız, bari kale ya da at olun!

Ama olamazlar. Çünkü Türkiye 500 yıldır aynı Türkiye ve aynı yerde. Bu ülkeye ne Avrupa ne Amerika ne de Rusya piyon olmaktan başka bir rol önermedi, önermez de.

Ama Türkiye tarihinde bir defa şah olmaya soyundu ve oldu: Atatürk’le birlikte. Bizim mandacımıza bunu hatırlattığımızda hiç hoşuna gitmez. Çünkü hem Atatürkçü geçinmektedir hem de mandacıdır. Hadi sen de tam bağımsızlıkçı ol dersin cin çarpmışa döner.

Tabii bunun da tarihsel bir kökeni var: Bu ülkenin Atatürkçüsü de sosyalisti de tarihsel bir geçmişin kalıntılarını taşır. Kimi sosyalistimiz nasıl ki İtilafçı genler taşırsa, kimi Atatürkçümüz de İttihatçı genler taşır.

Oysa Atatürkçü olmak, ne İtilafçı ne de İttihatçı olmaktır. Atatürkçülük, tam bağımsız olmaktır.

Rusya mı Amerika mı güçleniyor?

Şimdi de neler oluyor bir kaç uyarıda bulunalım.

Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesi, son derece garip bir olaydır. Çünkü savaşı başlatan Gürcistan’dır. Ve işin daha garibi bu Gürcistan da, arkasındaki Amerika ve NATO da Gürcistan’ın bu hamlesini Rusların cevapsız bırakmayacağını biliyordu.

O halde bu hamle bilinmeyen ve sürpriz bir hamle değildir. Üstelik hamleyi yapan da Rusya değil Amerika’dır!

Rusya Güney Osetya ve Abhazya’ya müdahale etmiştir ve ona kimse karşı çıkmamaktadır. Ama önemli olan Osetya ve Abhazya’nın değil genel olarak bölgenin durumudur.

Şimdi bakalım: Doğu Avrupa’da Rusya’nın bu müdahalesi sonrası Polonya ve Ukrayna, tamamen Amerikan şemsiyesi altına sığındılar.

Gürcistan Rus egemenliğinden çıkıp NATO’ya sığındı. Ki Rusya en büyük tehdit olarak Gürcistan’ın NATO üyeliğini görmektedir.

Türkiye, ABD’nin füze kalkanı projesini kabul etti.

Demek ki bu hamle, Doğu Avrupa’dan Kafkaslar’a oradan Türkiye’ye kadar bir Amerikan seddi oluşturmakla sonuçlanmıştır.

Bunun bizim ülkemiz açısından ciddi bazı sıkıntıları daha var elbet. Amerika ile Rusya arasında sıkışıp kalan Türkiye, yeniden eski NATO konseptine yani Soğuk Savaş dönemine dönmektedir. Zaten bu dönüşün işaretleri son bir yıldır verilmekteydi.

Önce Türkiye’nin Kuzey Irak’a müdahalesi ardından Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesi Türkiye’yi Rusya’ya değil Amerika’ya daha fazla yaklaştırmıştır.

Üstelik her iki müdahale de Türkiye’de Amerikancılığı güçlendirmektedir. Böylesi bir ortamda sadece AKP değil aynı zamanda Ordu da Amerikancılaşmaktadır.

Bizim Avrasyacılarımızın göremedikleri asıl gelişme de budur. Avrasyacılığın temel dayanağı Türk Ordusu’nun Amerikancılıktan kopuşuydu. Ancak son bir yıldır Avrasyacılar Ordu’daki Amerikancılaşmayı görememektedir.

AKP’nin ve Ordu’nun stratejilerinin aynı olduğunu tespit etmeyenler yarın bugünkünden çok daha büyük hayal kırıklığı yaşayacaklardır.

Türkiye, Kafkaslar’da ABD’nin arabulucusu rolüne soyunmuştur. Böylesi bir savaş gelişmesi, Türkiye’yi gittikçe Amerikancılaştıracaktır.

Gerek Tayyip Erdoğan’ın gerekse Abdullah Gül’ün Kafkas İstikrar Projesi dedikleri şey, Büyük Ortadoğu Projesi’nden başka birşey değildir. Gürcistan’dan İsrail’e uzanan bir istikrar, Ermenistan ve Kürdistan’la dost olmak demektir.

Bunun yanında İran’la ABD arasındaki gerilimde de Türkiye Amerika’nın arabuluculuğuna soyunmuştur. Gerek Gül gerekse Tayyip İran Başkanı Ahmedinejad’la Türkiye’de görüşmüştür. ABD’nin son uyarısı İran’a iletilmiştir. Yani Türkiye dostluk elçisi değil savaş elçisidir.

İşin daha garibi, Avrusayacılık yapanlar Türkiye’nin Amerikancılaşmasını zorlaştırmamakta tersine kolaylaştırmaktadır. Avrasyacılığın esas tehlikesi de budur.

Eğer Avrasyacılar Rusya’yı savunsalar bırakın savunsunlar deriz. Çünkü böylesi bir itifakın zaten zemini yoktur. Ama tam tersi bir etkiye yol açmaktadırlar, Amerikancılığın altyapısını hazırlamaktadırlar.

Ama şu an Avrasyacı geçinn güçleri bir zihninizde canlandırın, şaşırtıcı gerçekle karşılaşırsınız, bunların tümü geçmişin en militan NATO ve Amerikan savunucularıdır, en büyük Rusya karşıtlarıdır.

Garip değil, normal bir durum, Amerika sadece kendi yandaşlarını değil kendi karşıtlarını da kendisi yaratmaktadır...


 
 
  bugun 18361 ziyaretçizıyaretcı burdaydı  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol