YAŞASIN TAM BAGIMSIZ TURKİYE KAHROLSUN EMPERYALİZM YAŞASIN DEVRİMCİ MUCEDELE TURK SOLU HAKAN TINAZ
  guzel gunler gorecegız
 

Güzel günler göreceğiz çocuklar

Muhaliflerimiz çokça verilen o örnekteki kurbağaya benzemektedir.

Muhaliflerimiz çokça verilen o örnekteki kurbağaya benzemektedir. Kurbağa sıçrarsa birden kurtulacaktır. Gerçekten de kurbağanın sıçrama yeteneği yüksektir ve buna potansiyeli de vardır. Ama aynı zamanda kurbağanın bulunduğu su yavaş yavaş ısınmakta, suyun yükselen ısısı kurbağayı yavaş yavaş haşlamaktadır. Faşizme alışmak dediğimiz şey tam da budur.

Faşizm ve aklın yıkımı

AKP’nin kapatılmaması ile birlikte Atatürkçü ve Cumhuriyetçi güçlerde bir moral bozukluğu yaşandığı muhakkak. AKP tarafı da davul zurnalarla ve göbek atarak kutlama yaptığına göre epey sevinçliler.

Sevinen tayfaya sözümüzü sona saklayarak üzülenlere ve büyük hayal kırıklığı yaşayanlara bir şeyler söylemek isteriz.

AKP’nin kapatılmaması iki tür düşüncenin iflasıdır; biri komploculuk, diğeri ise reformculuk.

Ve yine umudun değil hayalciliğin bittiği yerdir burası.

AKP’nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002 tarihli seçimlerden bu yana topluma egemen olan düşünce, özellikle de muhalif kesimde, genel olarak komplo teoriciliğidir.

Komplo teoriciliği, AKP’ye karşı muhalif kesimleri pasifize etmekte, kimi zaman karamsarlığa sürüklemekte, kimi zaman boş hayaller peşine takmakta büyük bir rol üstlenmiştir. Ve bunun en büyük sonucu da AKP muhalifliğinin asla bir örgütlenmeye dönüşmemesidir.

Bunun böyle olması da gayet doğaldır. Eğer her şey komplo ise, bu komploya karşı mücadele etmeniz hele hele örgütlenmeniz de sonuçta o komploya hizmet edecektir! O nedenle komplo teoricileri için siyasette bir özne olarak insanlara, kitlelere, sosyal sınıflara, partilere yer yoktur.

Her komplocu için kurtarıcı güç, adeta ilahi güçleri olduğu varsayılan bazı kişi ve kurumlardır. Ancak bu ilahi güç gökten ve tanrıdan değil, derinden ve devletten gelecektir.

Derinden ve devletten gelecek bu ilahi kurtarıcı güç beklentisi, aynı zamanda devletin asla yıkılamaz bir ilahi kuruluş olduğu fikri, bu devletin vatandaşlarını pasifize etmenin de ötesinde uyuşturmuştur.

Bu öylesine bir uyuşturmadır ki, kitlelerin isyan gücü değil, en başta akıl yürütme kapasitesi, yani kafasını çalıştırması yok edilmiştir.

Ancak bu komplo teoriciliğinin yine de nesnel bir zemini bulunmaktadır. Faşist yükseliş dönemlerinde, genel olarak ilk yok edilen şey aklın kendisidir. Faşizm, birdenbire öyle inanılmaz bir güce erişir ki, kendi yandaşlarına faşizmin ve elbette liderlerinin de ilahiliği fikrini pompalar.

Fakat tam tersi kutupta, faşizmin birdenbire bu hızlı yükselişine şahit olan muhalif güçlerde de, aynı ölçüde akılcı olmayan yolları ön plana çıkarır. Yılların denenmiş metodları olan çalışmak, örgütlenmek, mücadele etmek; yerini komplolardan medet ummaya bırakır.

Böylesi dönemlerde gerek iktidardaki faşist güçlerin, gerekse muhalefetteki güçlerin idolleri ve öncüleri olarak, aklı rafa kaldıran, komplo teorisyenleri ön plana çıkar. “Aklın yıkımı” denilen bu süreçte, örneğin bir Yalçın Küçük ulusal denilen güçlerin popüler “düşünce adamı” olabilir.

Ancak sonuçta yapılan iş düşünce üretmek değil, müneccimliktir. Yani topluma değil yıldızlara bakarak gerçeği görmeye çalışmaktır.

Böylesi bir durum da elbette insanları gerçeklikten koparacaktır. İnsanın gerçekle olan temasının kesilmesi aynı zamanda kendi aklı ile olan temasının da kesilmesidir.

Ancak her komplo teoricisinin temel düşüncesi kendi kafasının diğerlerinden daha fazla çalıştığı, diğerlerinin göremediğini kendisinin gördüğüdür.

Komplo teoricisinin bu iddiası, son derece iyi analiz edilmelidir. Bunun altında yatan neden, faşist diktanın ve faşist liderin karşısına, kendi örgütü ve önderliği ile çıkamayacak bir muhalifin, kolay yoldan faşist liderin karşısına çıkmasıdır.

Aslında tahterevanın bir tarafına faşisti oturan komplo teoricisi diğer tarafına kendisi oturur. Bu ise birbirine eş düzeyde iki ruh hastasının kayıkçı kavgasından başka bir şey değildir.

Türk Ordusi'nu Sınır Ötesinde Teslim Alma Operasyonu

...

Türk Ordusu'nun ABD'den istihbarat istemesi böylesi bir acizliğin ortaya konulmasıdır.

Ama aynı zamanda Türk Ordusu'nun bölgede ABD çıkarlarına artık karşı çıkmayacağının da taahhüdüdür.

İşte bu taahhüt tüm tabloyu farklılaştırmaktadır.

Önümüzdeki dönemde

1-)ABD'nin Kuzey Irak'ta kuracağı Kürt devletine ses çıkartmayacak bir Ordu,

2-)ABD'nin İran saldırısına destek olacak bir Ordu,

3-)İçerde PKK'ya siyasallaşma yolunun açılmasına ses çıkartmayacak bir Ordu ve

4-)AKP'ye eşgüdüm halinde çalışacak bir Ordu,

tablosu ile karşı karşıya kalacağız demektir.

O zaman 22 Temmuz öncesinde Ordu'nun açıklamalarına inanan ve meydanları dolanan milyonlar ne düşünecektir?

Meydan muharebesinde askerlerini bırakıp kenara çekilen bir komutan ne demekse, böylesi bir meydan muharebesinde halkı sokakta terk eden bir komutanın durumu da odur.

Türk milleti Başkomutanlık Meydan Muharebesini kazanan Mustafa Kemal Paşa'nın anıtını dikmişti. Elbette böylesi komutanları da hak ettikleri şekilde anıtlaştıracaktır.

Başyazı, Sayı 162, 12 Aralık 2007

Komplo teoricisi ne iş yapar

Peki komplo teoricisi ne yapar?

Mesela 3 Kasım 2002 seçimlerinde AKP iktidara gelmiş.

Komplo teoricisi hemen “üretmeye” başlar!

Erbakan iktidarını ABD ve İsrail yıktı.

Kanıt ne peki?

Tayyip ve AKP Amerikancı ve İsrailci çünkü.

İyi güzel o zaman ama, Erbakan da Amerikancıydı hem de İsrail’le stratejik dostluk anlaşmasının altında imzası vardı.

Ama komplo teoricisi için bunun önemi yoktur. Komplo teoricisi bir anda Tayyip’i Amerikancı, Erbakan’ı ise Amerikan karşıtı yapıverir.

Ama daha da ötesinde, Erbakan’ı yıkan 28 Şubat’tır. O halde 28 Şubat’ı yapan güçler, yani Ordu da Amerikancıdır!

Ama üstelik bir de 28 Şubatçılar Tayyipçidir ya da tam tersinden söylersek Tayyip 28 Şubatçıdır!

Bilimsel düşüncede, akılcılıkta ise bir iddianın ne şekilde kanıtlanacağı kesin kurallarla bellidir. İddia iki ölçütten geçirilmelidir, en başta doğrulanmalıdır ama aynı zamanda yanlışlanmamalıdır da.

Yukarıdaki örnekte ise, görüldüğü gibi hipotez doğrulanamadığı gibi, defalarca da yanlışlanmaktadır. O halde bu düşünceyi ortaya atanlar için söylenecek tek şey saçmaladıklarıdır.

Ama saçmalamanın rolü burada devreye girmektedir. Toplum faşist yönetimle birlikte öylesine saçma bir düzene sokulmuştur ki, kurtuluş yolu olarak da saçmalamaya kendiliğinden yönelmektedir.

Akılcı olan her şey rafa kaldırılmaktadır çünkü faşizmle birlikte akılcı olan her şey insan ruhunda yıkılmıştır bir defa.

22 Temmuz komploları

Gelelim 22 Temmuz seçimlerine.

AKP %47 oy almış.

Komplo teoricisi hemen üretmeye koyulur: AKP bu kadar oy almadı, seçimde hile var!

Kanıtı var mı peki?

Seçim sonuçlarına göre her iki insandan birinin AKP’ye oy vermiş olması gerekir ama benim çevremde hiç kimse AKP’ye oy vermedi; o halde seçimde hile var!

Çok güzel!

Ama komplo teoricisi burada hepten saçmalamaktadır.

Birincisi, toplumda her iki kişiden biri AKP’ye oy verdi diye bir şeyi iddia konumuna getirmektedir. Ama böyle bir durum yoktur.

Çünkü toplumun %50’si demek her iki kişiden biri demek değildir, bu bir.

Kaldı ki her iki kişiden biri ölçeğini de kendi evine uygulayamazsın!

Yani bizim evde karım ve ben iki kişiyiz. İkimiz de AKP’ye oy vermedik. (Hatta komşularımız da vermedi!) Ama seçim sonuçlarına göre her iki kişiden biri AKP’ye oy vermiş görünüyor. Demek ki hile var!

Derseniz, yapılacak iki şey vardır, birincisi sizi temel ilkokul eğitiminden geçirmek, çünkü temel matematik mantığını öğrenememişsiniz. Üstelik bir de İmam Hatiplerden şikayetçisiniz! Ama onların bile kafası aslında sizinkinden daha akılcı çalışıyor.

İkincisi ise, yok eğitilemez düzeyde iseniz bir tımarhaneye yatırmak.

Ya da aynı mantıkla düşünürsek, çok rahatlıkla şöyle de diyebiliriz: Hileyi seçim sonuçlarında değil, karında ara; sakın seni aldatıyor olmasın: Belki de Tayyip’e vermiştir!

Fakat yine de komplo teoricisini de bu teoriye inananları da anlamak gerekir. Burada teorici, Hitler’in bir izdüşümüdür, bu teoriye kapılanlar ise Hitler’in peşinden gidenlerin izdüşümü. Faşizm, toplumsal bir hastalıktır, en temel görüngüsü ise, akılcı düşünceden kaçıştır.

AKP’yi kapatma komploları

Gelelim AKP’nin kapatılması meselesine.

Dava açıldı ve komplo teoricisi üretmeye başladı: AKP’yi ABD kapatacak, çünkü İran’a saldıracak.

Güzel teori!

Hemen sınamalara girişelim o zaman...

Peki AKP’yi ABD kurmamış mıydı zaten?

Hem İran’a saldırıya AKP zaten destek vermiyor mu?

Komplo teoricimiz için bunlar boş sözlerle kolayca yok sayılacak itirazlardandır.

Hem artık ABD, Ordu ile anlaştı der size!

Vay be dersiniz, ben ne salakmışım da göremiyormuşum!

Peki niye ABD, İran’a saldırmak için AKP’yi değil Ordu’yu seçiyor?

Çünkü AKP Şeriatçı, Ordu laik!

İlahi komplo teoricim benim, ama bugüne kadar hep AKP’nin dinsiz, imansız, takiyyeci olduğunu söylemiyor muydun?

Hem Müslüman Irak’a saldırıda AKP, ABD’nin yanında değil miydi?

Ve Menderes’ten bugüne bu ülkede Ilımlı İslam’ı hep ABD’nin desteklediğini söylemiyor muydun bugüne kadar?

Sorduğunuz her soru normalde komplo teoricisini zor durumda bırakmalıdır ama bilin ki komplo teoricisi için atlatılamayacak zorluk yoktur.

Çünkü o akla ve gerçeğe değinmez, zaten akla ve gerçeğe ihtiyacı olan insan da komplo teoricisine gitmez. Çünkü günlük yaşamda falcılık ne ise toplumsal yaşamda da komploculuk odur.

Neden kapatılmadı peki?

Gerçeklerse genelde karmaşıktır, iç içe geçmiştir ama çözümlenemez değildir. Bunun içinse gerçeklerle karşılaşmaktan korkmayacak ve gerçeklerin emrettiğini yapmaya koyulacak bir ruh yapısı gerekir. Yani en başta sağlıklı bir insan olmalısınız.

AKP’nin kapatılmaması sürecini, komplolara başvurmadan, gerçekçi bir şekilde nasıl analiz edebiliriz peki ?

AKP’nin %47 oy alması Türkiye’de AKP’yi yıkmak isteyen güçlerde önemli bir etki yarattı. En başta da Ordu için. Ordu kurmayları, AKP gibi bir partinin, kapatılsa bile yeniden daha güçlü bir şekilde geleceğini düşündüler. AKP’nin siyasi yollardan yıkılmasını beklemek onlar için daha makul bir seçenek olarak ön plana çıktı.

Üstelik AKP’yi yıktığınızda da onun yerine koyacak bir alternatif olmadığı da başka bir gerçekti.

Hele hele dış baskıları düşünürseniz ve bir de ekonomik kriz çıkma ihtimalini, böylesi bir şeye Ordu’nun girişmesinin pek mantıklı tarafı yoktu.

Nitekim AKP muhaliflerinin 22 Temmuz seçimlerinden sonra artık Ordu’nun AKP karşıtı saflarda açıkça yer alamayacağını tespit etmesi ve ona göre strateji belirlemesi gerekirdi ama bu yapılamadı.

Bir diğer önemli gelişme ise Türkiye’nin geçtiğimiz yıl Aralık ayında ABD ile anlaşarak Irak’ın kuzeyine düzenlediği sınır ötesi operasyonun sonuçları da pek iyi analiz edilemedi.

O dönem bir tek bizler, bu operasyonun PKK’ya karşı olmadığını, tek sonucunun da Ordu’yu AKP’nin emrine sokmak olacağını yazmıştık. Ancak pek çokları o zaman hâlâ Ordu’nun ABD ile anlaşarak AKP’yi yıkacağı umudunu taşıyordu, boşu boşuna...

Gerçeğin umulduğu gibi değil, görüldüğü gibi olduğu ise ortaya çıktı. Anlaşan kuvvetler, ABD, AKP ve Ordu’ydu. Hatta buna PKK’yı da dahil etmek gerekir.

Çünkü ABD ipleri gerginleştirmiş, hem Ordu’yu hem AKP’yi hem de PKK’yı Amerikan çıkarları için hizaya sokmaya başlamıştı, Çünkü İran operasyonu öncesinde ABD Türkiye’yi biçimlendirmeliydi.

Bu biçimlendirme sürecinde AKP kapatma tehdidi ile, Ordu PKK ve Şeriat tehdidi ile, PKK Ordu tehdidi ile hizaya sokuldu. Bu sürecin sonunda ABD Türkiye’de şu an her şeye hakim konumdadır.

Ergenekon’la başlayan süreci de bunun içine dahil etmek gerekir. Ergenekon operasyonunun arkasında da doğrudan ABD bulunmaktadır ama burada tek piyonu AKP değildir. ABD bu operasyon için Ordu’nun da olurunu ve desteğini almıştır.

Bu bakımdan Ergenekon’u İran saldırısı öncesi Türkiye’de hizadan çıkabilecek kuvvetleri içeri alma operasyonu olarak değerlendirebiliriz. İran operasyonundan sonra içerdekilerin büyük kısmı çıkacaktır.

İran’dan sonra sıra Türkiye’ye geldiğinde ise, iş soykırımcı generalleri yargılamaya -Karadziç gibi- ve Türkiye’ye Güney Afrika modelini uygulamaya gelecektir.

Kurbağa...

Tüm bu süreç içinde Atatürkçülerimize ve genel olarak sol muhalif güçlere büyük görevler düşmektedir.

Muhalefet tam 6 yıldır olan biteni sadece izlemektedir.

Muhaliflerimiz çokça verilen o örnekteki kurbağaya benzemektedir. Kurbağa sıçrarsa birden kurtulacaktır. Gerçekten de kurbağanın sıçrama yeteneği yüksektir ve buna potansiyeli de vardır.

Ama aynı zamanda kurbağanın bulunduğu su yavaş yavaş ısınmakta, suyun yükselen ısısı kurbağayı yavaş yavaş haşlamaktadır.

Faşizme alışmak dediğimiz şey tam da budur.

Hele hele AKP’nin kapatılmama kararından sonra haşlama işlevinin aynen devam edeceği görülmektedir. Muhalif kesimde verilen tepkilere bir göz atalım isterseniz:

Cumhuriyet gazetesinin manşeti: Kapatmaktan ağır ceza!

Çüş! derler normalde adama.

Madem kapatmaktan ağırdı bu, o zaman niye kapatılsınız diye uğraştınız bu kadar!

O zaman AKP’liler niye seviniyor bu duruma, hatta göbek atıyor!

Ya AB ve ABD neden seviniyor!

Peki, neden Anayasamıza göre en ağır ceza olarak partinin kapatılması öngörülüyor!

Muhalifler yine kendini kandırmakla meşgul kısacası.

Önümüzdeki iki yıl boyunca AKP’ye yeniden kapatma davası açılabilirmiş, AKP de bundan korktuğu için uzlaşacak ve artık Şeriatçılıktan, faşistlikten vazgeçecekmiş.

Artık cici çocuk olacakmış!

Ama önümüzdeki iki yılda, tüm bürokrasi kadrolarını AKP atayacak.

Yüksek yargı atamalarını Cumhurbaşkanı yapacak.

Tüm rektörleri YÖK ve Cumhurbaşkanı atayacak.

AKP’nin yapamayacağı tek şey var: Türbanı üniversiteye sokamaz.

Ne büyük kazanım ulusal güçler için!

Başı açık Şeriatçılar ve faşistlerden oluşan bir toplum olacağız demek ki!

Kaplumbağa

Sıçrayan kurbağa olma niyetindeki solcularımıza ve Atatürkçülerimize bir şey demiyoruz, onlar haşlanadursunlar.

Sözümüz kaplumbağa olacak solculara.

Sıçramasak da yürüyelim, mücadele edelim, vazgeçmeyelim diyecek solculara.

Faşizmi zıvanadan çıkartan şey aklını kaybetmesidir. Onlar aldıkları halk desteğinin hep süreceğine inanırlar. Meydanları dolduran milyonlar hep olacak sanırlar.

Ancak faşizmin peşine takılan halk bir süre sonra aklını yitirmesinin aynı zamanda vicdanını yitirmesine yol açtığını görür. Akılsızlığın onu sadece faşizmin işbirlikçiliğine itmediğini, aynı zamanda onun suç ortağı olduğunu, bir katile dönüştüğünü görür. İşlediğinin suç olduğunun ayırdına varır.

Bir tarafta faşist ordular, bir tarafta direnişçi üç peş partizan vardır.

İlk başlarda tüm halk faşist generallerle birlikte partizan avına çıkar.

Ama bir süre sonra faşist general gibi bir hıyarı desteklemenin akılsızlığını görür ve halk partizanın yanına geçer.

Milyonlarla Roma’ya yürüyen Mussolini bir bakmışsınız o partizanın eline geçmiş, bacaklarından ipe asılmış idam edilirken, dün onu omzunda Roma’ya taşıyan halk da sevinçle izliyor.

Faşizmin sonu her yerde hep aynıdır.

O nedenle durmasınlar yola devam etsinler, hesaplaşma günü elbet gelecek:

Güzel günler göreceğiz çocuklar
Motorları maviliklere süreceğiz
Çocuklar inanın, inanın çocuklar
Güzel günler göreceğiz, güneşli günler
Motorları maviliklere süreceğiz
Hani şimdi bize
Cumaları, pazarları çiçekli bahçeler vardır,
Yalnız cumaları, yalnız pazarları
Hani şimdi biz
bir peri masalı dinler gibi seyrederiz
Işıklı caddelerde mağazaları,
Hani bunlar
77 katlı yekpare camdan mağazalardır.
Hani şimdi biz haykırırız
Cevap:
Açılır kara kaplı kitap: Zindan
Kayış kapar kolumuzu
Kırılan kemik, kan
Hani şimdi bizim soframıza
Haftada bir et gelir
Ve, çocuklarımız işten eve
Sapsarı iskelet gelir
Hani şimdi biz
İnanın, güzel günler göreceğiz çocuklar
Güneşli günler göreceğiz
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar
Işıklı maviliklere süreceğiz
Çocuklar inanın, inanın çocuklar
Güzel günler göreceğiz güneşli günler
Motorları maviliklere süreceğiz.
Nâzım Hikmet

 
 
  bugun 18356 ziyaretçizıyaretcı burdaydı  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol